8 Ocak 2016 Cuma

Yol Veeer, Yol Ver Yol Ver Yol Ver Hıih Sılak

Öf Pöf Afra da Tafra!

- Çekilin Kusucam -

  İçimden her türlü tiksinti içeren kelimeyi yazmak geliyor. Çünkü son zamanlarda bi Star Wars çılgınlığıdır gidiyor. Pardon ben çılgınlık demiyorum bunu medya nitelendirmiş. Star Wars Manyaklığı diyorum. Herkes anlamıştır sanırım ne demek istediğimi? Bu nedir ya! Geçen günlerde Facebook hesabımdan kuzenimle mesajlaşmaya başladık, 'Naber la' yazdım. 'Kanka Star Wars'u izledin mi?' diye cevap verdi. Tehlikeli bi saplantı gibi insanların beynini kuşatmış. Hayır abartılacak bi film olsa içim yanmaz. Ben ki bilim kurgu, fantastik sever biri olarak beğenmiyorum.

     Kendi tabirimle 'yapımcılar paraya doymamış filmi abarta abarta çekiyorlar'.

Haberlerde Star Wars, reklamlarda, telefonuma gelen reklam mesajlarında, sosyal medyada ve hatta kullandığım virüs programında bile! Yine bir gün nette dolaşıyorum, birden ekranın sağ alt köşesinden küçük bir uyarı penceresi açıldı. Diyor ki 'Üyeliğinizi şimdi yıllık olarak güncelleyin ve Star Wars filmine bilet kazanın'. Gözlerim kanayarak baktım bi süre oraya ve sonra usulca kapattım pencereyi. - Reklam kokan hareketler bunlar cık cık cık -

     Şu yazımda bile o kadar çok Star Wars yazdım ki şuan kendimden bile tiksinebilir potansiyele sahibim.

Uç Nokta

Bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde aklıma gelen tüm düşünceleri unutmamak için bir hayli çaba sarf ettim. Sıkıntılı bir konu, aslında sıkıntısız ama sıkıntı haline getirildi. Amcalar, desem?

     Asansördeki gey amcalardan sonra cami tuvaletinde olanları izleyince insan bi duruyor. Video kayıtlarını bir kaç kez izledim. İlk başta aslında ne düşünsem bilemedim. Ama şunu söylemeliyim ki, onu yapacak başka yer bulamadınız mı be?!

     Erkek ortamlarında 'hehe ibneler' diye dalga geçen koca koca eşşek kadar adamlar 'CAMİ' tuvaletinde sikişmekten geri kalmıyorlar. Bir de fetişleri varmış gibi işerlerken birbirlerini izlemelerine ne demeli? Ya tamam normal hayatlarına saygı duyarım ama Allah aşkına mantıklı olalım. Kutsal bir mekanda bunu yapmak doğru mu? Eşcinselliğe karşı bir dine mensupsunuz, konusu açılınca yüzünüzü ekşitirsiniz, el ele tutuşan iki erkekle dalga geçersiniz ama kendi içinizde bastırdığınız duyguları ibadet alanınızda gerçekleştirmekten utanmıyorsunuz. Şaşırdığım taraf ise klişe müslümanlık uyarılarından 'çarpılırsın mazAllah' sözüne karşı hala yaşıyor olmalarıdır. Ne diyim, Allah müstahakınızı versin.

Tatlışlar Tatlışlar Kapılsın Hep Tatlışlar

Havalar bir anda ne biçim soğudu dimi? Neye uğradığımı şaşırdım valla, ama tabii kışa erken girenler de var. Ben Akdeniz bölgesinde yaşadığım için biraz garipsedim durumu :) Kışı çok sevdiğimi söylemiş miydim?

   Bayılırım kışa! Giydiğim kıyafetler beni daha güzel gösterir, kış meyvelerini çok severim ve ve ve en önemlisi...

   Örümcekler yok! 

   En nefret ettiğim şey. Haşere türlerinden nefret ederim. Yanlış anlamayın hayvanlara karşı bir nefret söylemi değil bu. Huylanıyorum ve kendimi kötü hissediyorum. Beni anlayın lütfen. 

    Son zamanlardaki bir kaç düşüncemi paylaşmak istiyorum. İmkanlı Aşk isminde bölümler halinde yayınladığım bir hikayem var biliyorsunuz. Ben profesyonel bir yazar değilim. Bunu hiçbir zaman iddia etmedim. Hikayeyi ve olayları yaklaşık 1 yıldır kafamda hayal ettim. Ve blogu açmamla beraber bunu yazıya dökme kararı aldım. Hitap şeklim, kullandığım sözcükler vs. acemice farkındayım. E ne yapalım elimden geldiğince olan bu. 

   Bir de, ne çok görünüş meraklısı insanlar var değil mi? Ama ben heteroseksüel kısım için konuşmuyorum. Homoseksüel ve sosyal medya kullanan kısım için konuşacak olursam, her şey vücut mu? Sizin için illaki 'çok yakışıklı, kaslı, baklavalı' mı olmak gerek yani? Hayır diyeceksiniz ki şimdi 'öylesine paylaşımlar yapıyoruz gerçek düşüncelerimiz bunlar değil'. Kendinizi kandırıyorsunuz yani? Tabii ki herkes istediği şeyi yapabilir. Ben kendi düşüncelerimi yazıyorum sadece. Ama aşk aradığınıza inanmıyorum. 'Canım hiç mi cinsellik olmasın' tabii ki olacak. Malafatları boşuna büyütmüyoruz sonuçta. Beklentileriniz çok yüksek diyorum ben :) 

İmkanlı Aşk - Bölüm 15

Burak'a hediye almalı mı?

Onu fazla önemsediğini göstermeli mi?

Ya da o geceki tebrik etmesi ile yetinmeli miydi bilmiyordu. Ama öğlen müzik dinlerken Mert ile konuşması sırasında anlık bir kararla ona bir hediye almaya karar verdi. 'Araba mı?' Mert'in büyük şaşkınlıkla karşılamasına da anlam verememişti. 'Evet araba, ne oldu niye öyle dedin ki ya?'

'Henüz gerçekten aile bile olmadığın birine doğum günü hediyesi araba almak istediğini söylüyorsun da ona şaşırdım'

'Hmm, peki o halde yıllık olarak yaptığımız hayır işlerinden biri olarak say'

Konunun uzamaması için odadan çıkmaya yeltenen Mert'in ardından tekrar seslendi Selim. 'Pahalı bişey olsun' diye. 
Burak aşağıda ailesiyle vakit geçiriyordu. Düğün hazırlıkları başlamıştı. Ayrıntılara katılmayan Selim bir an önce bitip işlerin ortadan kalkmasını istiyordu. Neredeyse hiç dışarı çıkmıyor asosyalliğin dibine vuruyordu. Sanki tüm hayatı böyle geçecekmiş gibi geleceğe dair hiçbir plan yapmazken hayatın onun için planları hazırdı bile. 

Akşam yemeği yaklaşırken telefonuna hediyenin hazır olduğu mesajı geldi. Yalının girişine getirip bırakmalarını yazan bir cevap vererek yemek için aşağı kata indi. Bu özel güne dair masada hiç konuşma yapılmadı. Aslında bir ara konuyu açmaya yeltendi Selimi sonrasında ne olduysa vazgeçti. Yemeğin ardından odasına çekilip film izlemeye başladı. Ortalarda görünmeyen Burak sonrasında elinde iki çay fincanı ile odaya girdi. 

'Çay içer misin' sağ elindeki fincanı ona uzatarak davette bulundu. Bir kaç saniye bekleyip fincanı aldı Selim ve filmi durdurdu. Koltuktaki yerini alan Burak'ın bir şeyler konuşacak gibi bir hali vardı. Ondan önce Selim davrandı.

'Bu akşam dışarıda arkadaşlarınla olursun diye düşünmüştüm ama buradasın' deyip çaydan bir yudum aldı.

'Pek arkadaş çevrem yoktur. Doğum günü kutlamayı da sevmem, bizimkiler bilirler' dedi. 

'Ama kız arkadaşın vardır sanırım? Senin gibi birinin kız arkadaşı olması lazım' durumları kontrol amaçlı soruyordu.

Bıyık altından gülerek 'kız arkadaşa ayıracak vaktim yok' dedi. 'Peki sen? Hiç dışarı çıkmaz mısın' 

'Dışarı çıkmam, dışarıda ihtiyacım olan şeyleri ayağıma getirtirim. Böylesi daha zevkli' şuan Selim değil egosu konuşuyordu. 

'Kızları da mı?' diye soran Burak strateji çalıyordu. Selim tabii ki bunu fark etti.

'Fark eder mi?' diyerek bir göndermede bulundu. Ama Burak cevap vermedi. 

'Balkona çıkıp aşağı bakar mısın' o an gelmişti. Artık yükü üzerinden atma zamanıydı. Meraklı ve ciddi bir şekilde balkona çıkıp bakan Burak 'baktım' dedi.

Gözlerini devirerek 'baktığının farkındayım, ne görüyosun onu söyle' diye sordu.

'Araba var bi tane kırmızı, başka bişey yok' diyip odaya geri girdi Burak. Hala merakla Selim'e bakıyordu. 

'Hayırlı olsun' diyerek elindeki fincanı sağındaki mini masaya koymak için küçük bir uzanma hareketi yaptı. 

'Anlamadım, ne hayırlı olsun' 

'Araba, sana hayırlı olsun. Kutlamayı sevmezsin ama hediyeye karşı değilsindir herhalde?' 'Gözlerini belerte belerte bakma korkutucu oluyosun' dedi ve hafifçe gülümsedi.

Gerçekten Burak'ın gözleri yerlerinden çıkacak şekildeki şaşkınlığı ile Selim'e bakıyordu. 'Bana mı' diye sordu. Selim de kafasını yukarı aşağı sallayarak onu onayladı. Hızlı bir şekilde yeniden balkona kolan Burak onu korkutmuştu. 'Yavaş lan düşme' diye seslendi. Arabayı hayranlıkla inceleyen Burak bir süre orada kaldı. Soğuğun etkisiyle istemeden de içeri girdi. Koltuğa oturarak sakinleşmeye çalıştı. Bir kaç dakikanın ardından 'bu çok büyük bi hediye ama, sıradan bi cevap olacak ama kabul edemem. Ben etsem babam karşı çıkar. Yine de çok teşekkür ederim gerçekten çok mutlu oldum' dedi. 

'insanlara Selim Paşazade'nin ettiği hediyeye dair hesap vermek zorunda değilsin' dedi. Yine bir sessizliğin ardından Burak 'o zaman yarın dışarı çıkarız, arabayla?' dedi.

Bu bir çıkma teklifi miydi?

'Napcaz ki dışarda' pek bi umutsuz karşılık vermişti.

'Bilmem ki, yaparız bişeyler işte' çekingenliğini üstünden atan Burak doğru yoldaydı.

'Sıkıcı biriyimdir, sonradan pişman olma da' diyerek onu denedi Selim.

'Harika bende sıkıcıyım, birbirimizi telafi ederiz' Selim'e çıkar yol bırakmamıştı.

1 Aralık 2015 Salı

Altın Kelebek Rezalet Töreni

Parıltılı, şöhretli, gamsız hayatlarda sefa sürüp ayda yılda bir törenden törene memleket kaygılı mesajlar vermek...

   'Barış' diye şaklabana döneni mi ararsın, ödülü alıp salondan kaçanı mı yoksa hangi amaçla ödül verildiği belli olan trajikomik sunumlara mı? Siz önce kendi aranızda 'barış' getirin gerisi kolay. Ya ismi ödül töreni ama bırak Hollywood'u bi Bollywood bile olamadık henüz. Medyamız her geçen gün eğitim seviyemizi daha da çok aşağılara çekmeyi başarıyor.

   Yahu ödül alan alana! Ama gerçekten ödülü hak eden sayısı maalesef parmakla sayılır kadar. Buram buram şaibe kokuyordu adeta. 

   Şampuan eşliğinde siyasi mesaj gönderme yüzsüzlüğüne ne demeli? Bir tane vatan evladı çıkıp da ŞEHİTlerimize anma yapmadı. 

  Canlı şarkı söylemekten aciz şarkıcılarımız, espri yapamamaktan bile aciz oyuncularımız ve yıllarca düşünülüp yazılan az buz güldüren ve düşündüren senaryolara ait dizilerimiz...

    Ha bir de sunucu sürekli 'büyük kalabalık' diye hitap edip durdu. Ön sıradaki çocukları mı kastediyordu :D Ödülü alan kaçtı be! Saygısızlar.

   Tek teselli bulduğum nokta ise Ata Berk Mutlu'nun konuşma anıydı. Çok duygulandım gerçekten. Keşke konuşmasının sonunda 'bu ödül de emir berke zincidiye kapak olsun' diye bitirseydi işte aşık olabilirdim ona mesela :D

  Rüküşler gecesi, kendi kanalındaki dizilere ve oyunculara ödül verme gecesi, kankilere ödül verme gecesi, o gece sahne alacak diye sanatçıya ödül verme gecesi... Listeyi daha uzatabiliriz.

18 Kasım 2015 Çarşamba

İmkanlı Aşk - Bölüm 14

Sabah erkenden evdeki ayak sesleri arttı. İkinci yarı final günü ve Selim salı günü müzikten alamadığı zevki bugün almak istiyor. Evin yardımcıları mutfakla ilgilenirken görevliler de özel eurovision odasını düzenlemekle meşgul. Ve tabii ki ev halkı da bu telaş içerisinde salona kapalı kalmış durumdalar. Onlara katılan Selim halinden memnun. 'E madem herkes burada bari şu düğün işini konuşalım' uzun aradan sonra Selim'i müsait bulan Serdar fırsatı değerlendiriyordu. 'Konuşalım' dedi Selim. 'Bu haftadan sonra ne zaman isterseniz yapabilirsiniz ben uygunum' kısa kesmek istedi. 'O zaman Cumartesi günü bahçede yapalım' dedi Serdar ve konu bu şekilde hızlıca hallolmuş oldu. İçeri gelen Zeynep 'mutfak her şey için hazır' diyerek talimatlarını verip çıktı. Sonrasında teknik ekipten gelen tanıdık olmayan bir genç gelerek yapılanları anlattı. 'Hoparlörler yenilendi, ekran görüntüsünü geliştirdik ve bağlantıları kontrol ettik. Işıklandırma ve yankı minimuma indirildi' dedi. Bu denli bir düzen Selim'in daha da mutlu olmasını sağlamıştı. Ama yine de içini kemiren bir şey vardı. Sadece Eurovision heyecanını tadabilen insanların anlayabileceği bir histi bu. Yüzündeki istemsiz gülümseme herkes tarafından farkedilebiliyordu. Telefonuna gelen uyarı ile irkildi. Watsapp yardımı ile ulaşan Burak 'bugün de davetli miyim' diye yazmıştı. Hemen karşısında oturuyordu, sesli olarak neden söylememişti ki?

- Bilmem, davet etmeli miyim?... 

- İlk kez birini Eurovision izlemeye davet etmiştim ve o gece hastalandım. Sanırım bana iyi gelmiyosun. Amaa...

- Ama iyileştirmeyi biliyosun :) Güzel bi gece bakımıydı 'ayrıca' teşekkürler.

Her geçen gün daha da dibe batan Burak yazdığına çok pişman olmuştu. Telefonundan başka yere bakamıyordu. İlk başta sesli olarak söylemek istemişti ama şuan yazdığına şükrediyordu. Selim'in onu öptüğünü başkalarına anlatma düşüncesi aklına geldiğinde ise daha da kötüleşti. Terleyip kızarmıştı. 

- Davetlisin.

Cevabın ardından biraz rahatladı ama şimdi de Selim ile ne konuşması gerektiğini bilmiyordu. 

Zar zor olan akşamın ardından yemek bile yemeyen Selim'in canı hiçbir şey istemiyordu. Saat yaklaştıkça heyecanı da arttı. Burak ile birlikte odada yerlerini aldılar. 'Biraz bilgi alabilir miyim' çekingence sordu Burak ama alacağı cevaptan korkuyordu. Kafasını çevirip ona bakan Selim 'Türkiye katılmasa da özel olarak Türkçe spiker yarışmayı sunacak. Benim bilgi vermeme gerek kalmayacaktır' deyip gülümseyerek ekrana döndü. İkisini ayıran şey ortadaki masaydı. Yiyecek ve içecekler hazır beklese de Selim hala elini vurmuyordu. Yarışmanın başlamasıyla beraber ikisinin de iştahı açılmıştı sanki. Kötü eleştirinin dibine vuran Selim kombo yapıyordu adeta. Bitimin ardından saydırmaya başladı.

'Eurovision tarihinin en banal sunucuları da görmüş olduk. Efekt yok, ışıklandırma berbat, bağlantı kopuklukları ve banal sunucular!' odadan çıkarlarken Burak'a 'unutturma sabah Jon Ola'yı arayıp mükemmel şarkılar nasıl kötü sergilenir sorusunun cevabını vericem' dedi. Kıkırdayan Burak gayet iyi vakit geçirmişe benziyordu. Burak odasına geçerken arkasından bağıran Selim'in planları var gibiydi.

'Mutlu yıllar Burak Hancı'

Heyecanla odasından çıkan Burak 'nasıl öğrendin' diye sormadan edemedi. 'Hesaplarımı takip etmişsin, ben seni takip etmedim ama azcık profiline baktım. Orada gördüm' yatakta telefonuyla yorumlara bakan Selim aynı zamanda kaçamak bakışlarla onu kontrol ediyordu. 

'Teşekkür ederim'.

Zordayım...

'Tanrım neden her zaman benn?!' klişesiyle girmeyeceğim konuya, bir kaç küçük düşünce sadece. Zor ve sıkıntılı durumları idare etmekte üzerime yoktur. Hissel bir şey olsa bile. Mesela birine karşı bir şeyler hissederim, onunla sıradan sohbet şeklimle yazışırım. Duygularımı belli etmek isterim ama yapamam. Engeller... Bazı kişisel sebeplerden dolayı engellerle karşılaşırım. Sebepler açıktır aslında :) Ortadan kaldırmak da benim elimde olsa bile bu çok zor. Her gün, kıskanarak, hoşlanarak, yazıştığım zaman dilimi içerisinde dünyadan koparak sohbet ederim onla. Ama sıradan bir şekilde.


   Bu sonsuza kadar böyle sürecek, biliyorum. Bazı şeyler açıktır. Gidip onu öpüp dudaklarıma sakallarının batma hissini yaşamak istesem de kendime bile itiraf edemediğim dünya düzeni buna karşı koyar. Her istediğimiz her zaman olmuyor tabii ki, bu zamanla bile olmayacak bir şey.

   Sonrasında düşüncelerimi değiştirmek isterim, başkasına ilgimi çekmeye çalışırım. Ama bir şekilde o yine karşıma çıkar, sanki kendini bana hatırlatmak istermişçesine. Sanırım hep böyle devam edecek. E olsun diyeyim, gülümseyerek. Sağlık olsun. En azından iletişimim var, beni bilmese bile, yanında olamasam bile, ses tonunu duyamasam bile, iletişimim var. Buna da şükür :D

İmkanlı Aşk - Bölüm 13

Odaların bu denli yakın olması hiç iyi olmamıştı. Burak bazen kendi odasına girdiğini sanıp Selim'in odasında kala kalıyordu. En son yaşanılan olay da bunu doğruluyordu. Her şey üst üste gelmişti. Elinde olmadan garip durumlarda kalıyordu. Hayır dalgınlık olur ama bu kadarı da fazlaydı. Peki Selim'in yüzüne nasıl bakacaktı? Şimdi ondan da özür dilemesi gerekiyordu. Hala kapıda durmuş kendine kızarken sakinleşip giyinmeye başladı. Ama kalp atışları bir türlü dinmiyordu. 



Yan odada ise durumlar farklıydı. Selim'i kontrole gelen Mert yatağın kenarına oturdu. 'Nabersin bakalım ağrılar ne durumda' diye sordu ama cevap almadan cümlesine devam etti. Gözlerini kısıp boydan boya Selim'i süzdü ve 'ne oldu sana böyle terlemişsin' dedi. Derin derin solumaları devam eden Selim ise 'hiiç' dedi gözlerini bilgisayardan ayırmayarak, bir şey belli etmemeye çalışıyordu. 'Akşam yemeği salonda yicem kendimi iyi hissediyorum bi göze görüneyim odaya kapandım sanmasınlar' diyerek konuyu değiştirdi. Mert bu habere çok sevinmişti. İyileşmesi her şeyin önüne geçiyordu. Bir şey demedi ve haberden memnun bir şekilde odadan çıktı. 



Tekrar yalnız kalan Selim kendini kötü hissediyordu. Burak odasından çıkarsa nasıl davranması gerekirdi ki acaba? Dalgaya mı vursa yoksa hiçbir şey olmamış gibi mi yapsa? Yerinde duramadı, henüz onunla karşılaşmaya hazır hissetmiyordu. Etrafa göz atmak üzere aşağı kata indi. Salon girişinde onu görür görmez yanına yaklaşan Zeynep 'canımm iyileşmişsin' diyerek bir elini Selim'in omuzuna koydu. 'Zeynep abla çoğu zaman yanımdaydın zaten, böyle yaparsan yakında şefkat zehirlenmesi yaşicam' dedi Selim ve yavaşça salona girdi. Arkasından da Zeynep geliyordu yüzünden kocaman bir gülümseme ile. 




Yemekte Burak hariç herkes sofradaydı. Yerleşim her zamanki gibi ama eksiklik hissediliyordu. Selim'in iyileşme belirtileri herkes için mutluluk verici gibi görünse de ortada sorun olduğu belliydi. Teyzesine karşı hala mesafeli olan Selim yemeğiyle ilgileniyor gibi görünse de gözleri Burak'ı arıyordu. 'Burak niye inmedi? O da mı hastalandı yoksa' diye soran Serdar başka bir şeyi kastediyordu. Araya giren Zerrin asıl kastı belirtti. 'Selim ile bir sorunları oldu sanırım' dedi. 'Yoo öğleden sonra görmedim ben onu, sorunumuz da yok haliyle' dediği sırada salona Burak geldi. 



'Afiyet olsun' diyerek yerine oturdu. Çekingen tavırları her haliyle belli oluyordu. Sanki bir şey belli etmek istercesine çatalını sertçe tabağa bırakan ve gülümseyerek 'size iyi akşamlar afiyet olsun benim dinlenmem gerek' deyip hızlıca odasına geçen Selim gayesine ulaşmıştı. Mutlu bir şekilde yatağına uzanan selim tüm kapı ve pencereleri açtırıp içeriye soğuk havanın dolmasını sağladı. Soğuk havayı istemsizce çok seviyordu. Üşümeyi farklı bir şekilde hissediyordu. Adeta bir zevkti onun için. Tabii bu hastalığının tekrarlaması için de bir fırsattı. Bu gece yapacak bir şeyi yoktu. Sadece yatıp dinlenmek istiyordu. 



Aynı şeyi isteyen Burak da odasına geçmek üzereydi ki kapısının tokmağını tutup durdu. 'İyi geceler' Yine cesur davranan Selim oldu. Kapıdan uzaklaşıp yatağa yaklaşan Burak çok tedirgin görünüyordu. 'Biraz konuşabilir miyiz' dedi ama sesi çok kısık çıkmıştı. Doğrulan ve arkasına yaslanan Selim fazla sert bir şekilde 'konuş' dedi. Duvara yakın olan koltuğa oturan Burak konuya nereden gireceğini bilemiyordu. Derin bir nefes alıp söze girdi. 'Odaların yakın olması dezavantaj oldu sanırım. Bazen dalgınlığıma geliyor. Çok ayıp ettim ama istemeden oldu. Özür dilerim bir daha olmaz' dedi ve bitirdi.



Kısa bir sessizliğin üzerine hareketlenen Selim tekerlekli sandalyesine bindi. 'Olur böyle şeyler çok kafaya takmamak gerek. Erkeğiz sonuçta utanacak bi durum yok ortada' derken hareketlendi. Burak'ın önünde geçerken yüzüne bakmadı. Alaylı bir tavırla 'benim için de bi göz banyosu oldu hem, sonuçta böyle fırsatlar her zaman ele geçmiyor' deyip odadan çıkarak lavaboya ilerledi. Ve tabii ki havanın da soğukluğu ile donup kalan Burak'ın şaşkınlıktan gözleri yerinden çıkacak gibiydi. Artık kesin olarak emin olabilirdi, onu öptüğünü biliyordu. Resmen misilleme yapmıştı ona. Bir yandan da hoşuna gitmişti bu durum. İçinde bu durumu daha da ilerletme hissi oluşmuştu. Selim'in de söylediği sözler ile daha da cesaretlenmiş gibiydi. Acaba Selim'in sözlerinin altında yatan özel bir anlam mı vardı?

14 Ekim 2015 Çarşamba

İmkanlı Aşk - Bölüm 12

'A bu arada Jon Ola Sand aradı gündüz, ama ben onu bilgilendirdim' dedi Mert. 'İyi yapmışsın ya saol' diyen Selim gözlerini ekrandan ayırmıyordu. Açılış seremonisi onu heyecanlandırmıştı. Yedinci sıradaki şarkı bittiğinde ise tepkisi 'ba-yıl-dım' oldu. Şov, oylama, finale kalan ülkelerin açıklanması o kadar hızlı olmuştu ki, üç saatin nasıl geçtiğini anlayamayan Selim kala kalmıştı. 'Selim? İyi misin' diye endişeli bir ifade ile sordu Mert. 
'2010 yılının temasını, 2011 yılının kalp atışı sesini bildiğin çalmışlar. 
Dört kadın sunucu bir Meltem Cumbul olamadı mesela.
İyi ki kendimi yorup onca yolu gitmemişim' diye yanıtladı Selim. 



Odasına dönmek üzere tekerlekli sandalyeye binerken de 'tam anlamıyla zaman kaybıydı' diyerek de sitem etti. Yatağına yattı ve Mert'in tekrardan yanına taşıdığı bilgisayarı yanına alarak bu geceye dair yorumları okumaya başladı. Düşünceleri insanlarla aynıydı. Paylaşımları okurken uyuya kaldı. Sabah telefonunun çalması ile uyandı. Ses hassaslaşan kulaklarını bir hayli rahatsız etmişti. Bir de yeni uyanma sendromu yaşıyordu. Aramalara cevap verebilecek durumda olmadığından dolayı sessize aldı. Uykusunun kaçması üzerine doğruldu biraz kendine gelmeye çalıştı. 



Duş, kahvaltı, dinlenme derken öğlen olmuştu. Yatağında uzanmış gözleri kapalı şekilde müzik dinliyordu. Bilgisayar biraz uzağında kulaklıklarıyla dış dünyayla bağlantısını koparmıştı. Burak uyanıp odasından çıktığında bile onu fark etmemişti. Elinde havlularıyla banyoya gidiyordu. Onun gidişinden beş on dakika sonra bilgisayara yönelen Selim tekrar tekrar dinlediği şarkıdan sıkılmış olacak ki yeni aldırdığı bilgisayar oyununu denemeye karar verdi. Garip konulu oyunun grafiklerini ve ses efektlerini çok sevmişti. Sağ dirseğine dayalı halde ayaklarını uzatmış pür dikkat oyununu oynarken kapı açıldı. 



Belinde ve kafasına sarılı havlular olmasına rağmen etrafa su sıçratarak içeriye giren Burak kendi odasına değil de Selim'in odasının giyim bölümüne gelmişti. İlerlerken bir yandan da iki eliyle saçlarını kuruluyordu. Belindeki havluyu bir çırpıda çıkarıp yere bıraktı ve başındaki havluyu da omuzlarında topladı. Tüm çıplaklığı ile Selim'in karşısındaydı. Şaşkınlıkla ona bakan Selim'in dili tutulmuştu sanki. Burak'ın kendi odasında olmadığını fark etmesi kısa sürdü. Bir kaç saniyenin ardından göz göze geldiler. 'Etrafa s-su sıçratma, le-leke oluyor' dedi selim ve sol işaret parmağı ile de yeri gösterdi. Yerdeki havluyu ışık hızında alıp beline tekrardan saran Burak hiçbir şey diyemiyordu. Tek kelime etmeden odasına koşup kapısını kapattı. Yerin dibine girmek istiyordu şuan ve oradan hiç çıkmamak. Kapıyı kapatmış öylece kala kalmıştı. Sıcak basmış olan Selim ise şaşkınlığını üzerinden atıp oyununa geri dönmüştü. Ama yüzündeki gülümsemeyi saklayamıyordu.

Bilmeyenler İçin 'FMF' Hastalığı Ve Ayrıntıları

Bayağıdır yazamıyorum. Maalesef sürekli tekrarlayan atakların eline düştüm. Yirmi beş gün kadar sürdü ataklar. Ben de sizlere 'atak' denilen şeyin ne düzeyde gerçekleştiğini yazmak istedim. Bir kaç ayda bir gerçekleşiyor. Hadi gelin aşama aşama öğrenelim neler oluyor.

Birinci Aşama - Başlangıç

 Normalden öte ben öncelikle omuzlarımdaki gariplikle başlıyorum. Kürek kemiklerim ile omuriliğimin arasındaki boşlukta sert bir yapı oluşuyor. Yapı diyorum çünkü nasıl tanımlamam gerektiğini bilmiyorum. O yapı az da olsa bana omuz ağrısı getiriyor. Tabii bazen o ağrı nefes alamayacağım kadar artıyor.

 Ama bu önemsiz bir başlangıç çünkü geçici olabiliyor.

İkinci Aşama - Ateş

 Açıkçası ateşimin çıkmasını da önemsemiyorum. Her ne kadar ateşimi tıbbi olarak düşürülmese de benim için önemsiz bir gelişme. Belki de atak değildir? Öylesine bir ateştir...


Üçüncü Aşama - Artık Geliyorum Diyor

Midemde hafif bir soğukluk hissetmem, tamamdır artık. Atak geliyorum diyor. Geçmeyeceğini bildiğim halde o soğukluk hissinden rahatsız olduğum için çokça sıcak içecekler içmeye başlarım. İçecekler dedim de, sadece çay içiyorum. Ama tabii ki işe yaramıyor. Saatler sonra o soğukluk hissi midemden karnıma yayılıyor ve soğukluğun yerine ağrı geliyor. Ağrı Şiddetini yazarak tarif edemem. Ama çok şiddetli bir ağrı diye yazabilirim.

Dördüncü Aşama - Geçme belirtileri

 Karın ağrım şiddetini azalttığında ise bir başka ağrı başlar. Akciğerlerimin karnıma yakın olan uç kısımlarında başlayan ağrı iyileşme belirtileridir. Ama bu ağrı normalden biraz farklı, ara ara gelen sancılar sanki ciğerlerimde parçalanıyormuş gibi bir şey hissetmemi sağlıyor. Sancılar bir kaç saniye sürüyor ama o saniyelerde ben nefesini tutmak zorunda kalıyorum. Çünkü nefes alacak olursam gözümden yaş geliyor. Gözümden yaş gelecek olursa bizimkiler aşırı ağrım olduğunu görüp hastaneye götürebilirler. Sanki hastanede bir şey yapabilecekler de...
 Altı saat. Ciğer ağrım altı saat kadar sürüyor. Daha az ya da daha çok değil. Ama tabii bazı ataklarımda ciğer ağrısı olmuyor. Bu demek oluyor ki tekrarlayacak. İşte bu kötü. 

Aşamalar bu şekilde, kafalardaki bir diğer soruya da cevap vermek istedim. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Başka bir yazıda görüşmek üzere...

İmkanlı Aşk - Bölüm 11

Yavaş adımlarla merdivenlerden çıkan Burak ne yapacağını bilmiyordu. En çok da sabah Selim'in neden bir şey söylememiş olmasına şaşırmıştı. Yalnız bir an mı kolluyordu acaba? Yoksa bir hata olduğunu düşünüp tekrarlamaz diyerek unutkanlığa mı vermişti? Göz kapakları ağırlaşan Burak uykusuzluğun da etkisiyle düzgün bir şekilde düşünemiyordu. Selim'e görünmeden odasına girmek istedi ama başaramadı. 'Uykun geldiyse uyu, beş saat kırk dakika kaldı. Hastayım diye kurtulduğunu da sanma davetim hala geçerli' diye seslenen Selim ona bakmayarak söylüyordu bu sözleri. Gözleri bilgisayarında kulağında kulaklıkları ve ciddi bir ifade ile oyalanıyordu. Burak hiçbir şey demedi, ona baktı ve odasına geçip kapısını kapattı. 



Selim Eurovision'a dair son haberlere bakıp işini bitirince Mert'i arayıp yanına gelmesini istedi. Sonrasında yavaş hareketlerle oyuncak masasına doğru yaklaştı. Kulaklık ve bilgisayarı kenara ittirip kendine yer açarak hafif bir eğilme hareketi ile oyuncaklarını düzeltmeye başladı. Yanında bulunan kumandayı alıp 'Zeynep abla, Ayşe abla yukarı gelir misiniz lütfen' dedi. Bir süre sonra üçü beraber odaya girdiler. Selim oyuncakları düzenlerken 'hazırlıklar ne durumda' diye sordu. 'Gerekli her şey hazır' diye cevap veren Mert Selim'in ne demek istediğini anlamıştı. 'Gerekli derken...' tekrardan ısrarla soran Selim aldığı cevaptan memnun kalmamıştı. 'Selim, oda hazır. Ama iyi beslenmen gerek ve bu yüzden mutfağa hazırlamaları için söylediğin şeyleri iptal ettirdim' yine son noktayı Mert koymuştu. Böyle olacağını bildiği halde şansını deneyen Selim istemeyerek de olsa 'iyi tamam' demek zorunda kaldı. 



'Ev halkını bilgilendirin bence, malum yeni üyelerimiz mevcut. Kuralları öğrenmeleri gerekir' dedi Selim. Hala oyuncaklarını düzenliyordu. Zeynep ve Ayşe odadan çıktılar. Mert ise 'doğru söylüyosun söylemek lazım' dedi ve o da odadan çıktı. Yorulan ve ağrısı artığından dolayı yüzünü buruşturup tekrardan yatağına dönen Selim biraz gözlerini kapatıp dinlenmeyi denedi. Koca bir beş saati vardı. Telefonunun alarmını ve ayrıca kumanda yardımı ile odaya verdiği alarm emri ile içi rahat bir şekilde dinlenebilirdi. Hastalığın ona verdiği aşırı bitkinlik ve ağrı onu sürekli uyku halinde bırakıyordu. Kendini uyanık tutan Selim'in iradesiydi. Uyurken yaptığı en ufak bir yanlış hareket onun nefes alamayacak kadar çok ağrı hissetmesine sebep oluyordu. İlaçlarını düzenli olarak kullansa atakları geçirme aralığı bir hayli değişebilirdi ama 'kullansam da kullanmasam da atakları geçiricem' mantığıyla düşündüğü için ilaçlardan uzak duruyordu. 

-- 

 Saat 21.17, ilginçtir ki uyumamıştı ve sadece gözlerini dinlendirdi. Aldığı ilaçların etkisinin bitmesi üzerine ağrıları artmıştı ama neyse ki ateşi yoktu. Bu sırada kontrol amaçlı odaya Mert girdi. Onu gören Selim 'abi ağrım arttı ya, bir de acıktım' derken yastığının yanında duran telefonu alıp saate baktı. 'Kırk iki dakikamız var mutfağa söyle de hızlıca bir şeyler hazırlasınlar' dedi. 'İlaç da alacak mısın' diye sordu Mert çünkü Selim'in ilaçları hiç sevmediğini biliyordu. 'Evet alacam, bu şekilde izleyemem' dedi Selim. Konuşurken sesi bi çıkıyor bir kısılıyordu. Ağrı iyice yüzünü göstermeye başlamıştı. Mert hızlıca odadan çıktı. Beş on dakika sonra Zeynep ile beraber geri geldiler.



Mert'e 'şu bilgisayarı bana yaklaştırır mısın uzanamıyorum' dedi Selim. Yatağın aşağı kısımında kalmıştı bilgisayar ve sürenin de kısalması ile son gelişmeleri kontrol etmesi gerekiyordu. Mert bilgisayarla ilgilenirken Selim yemeğe başlamıştı bile, yemek yemesi ile harekete geçen midesi onun ağrısının ikiye katlanmasına sebep olmuştu. Ama bu onun yemeği bırakma sebebi olamayacak kadar gereksizdi. Hissettiği ağrıdan rahatsızdı, bu kesin ama bir yandan bu ağrı ona istemsiz bir haz da veriyordu. Acı çekmekten zevk mi duyuyordu acaba? Mazoşist Selim! 



Yemeğin ardından hastalığına iyi gelecek olan ilacı ve ağrı kesici aldı. Zeynep yemek tepsisini alıp odadan çıkarken Selim de pozisyonunu düzeltip bilgisayarı kendine yaklaştırdı. 'Son yirmi dakika, odadaki yayını başlatıyorum' deyip Selim'e talimat veren Mert odadan çıktı. Selim sosyal medyadan bakması gerekenlere bakarken bu sırada da ilaçların etkisiyle ağrısı azalmıştı. Kendini daha iyi hissederek yavaş hareketlerle tekerlekli sandalyesine bindi. Yüksek ses müzik tüm yalıyı sarmıştı. Kendini sarsmadan yavaş bir şekilde koridora çıktı. Koridorun sonundaki kapısı açık odaya giriş yaptı ve ortama şöyle bir baktı. 



Kendi odasından ziyade bu odanın tasarımı müziğin ve sesin temiz bir şekilde kulağa gelebilmesi üzerine yapılmıştı. Büyük ekran televizyon en net görüntü kalitesine sahipti. Neredeyse boş olan odada bir adet koltuk ve olası misafirler için kenarda bekleyen sandalyeler vardı. Selim televizyonun karşısında duvara yakın olan koltuğa yaklaşıp yerleşti. 'Abi bilgisayarı ve telefonumu getirir misin ya odada unuttum' dedi Selim. Mert hızlı hareket ediyordu çünkü süre azalmıştı. Bilgisayar ve telefonu kaptığı gibi getiren Mert diğer bir sandalyeyi çekip elindekileri onun üzerine bıraktı. Sandalyeyi Selim'e yaklaştırarak tüm işi bitirmişti. Ortama şöyle bir bakan Mert 'eveeet herşey tamam sanırım' diyerek yerine geçti. Odanın ışıkları azaltıldı, ses yükseltildi ve sonunda şov başladı.

14 Eylül 2015 Pazartesi

İmkanlı Aşk - Bölüm 10

Suyun rahatlatıcılığı ona çok iyi gelmişti. Birkaç saatlik duşun ardından banyoda ince üzerine ağırlık yapmayacak kıyafetler giyip odasına geçti. Balkon kapısı ve pencereler açıktı. İçeriye temiz hava ve gün ışığı giriyordu. Yatak başlığına yaslanan ve ayaklarını uzatan Selim ağrı ile beraber zar zor yerinde duruyordu. Mert banyodaki işleri bitirip Selim'in yanına gelip yatağın kenarına yavaşça oturdu. Selim'in sarsılmaması gerekiyordu çünkü bu onun için acı demekti. 



'Acıktın mı' diye sordu. Kısık bir sesle 'hayır, bir şey istemiyorum' diyen Selim Mert'in ısrar etmesinden korkuyordu. 'Olmaz yiyeceksin, en sevdiğin çorbadan yaptırttım' Mert bunları söylerken Selim'in gözleri bir anlığına oyuncak masasına ilişti. 'Oyuncaklarım nerde' diye sordu sert bir şekilde. Oyuncak masasının üzerinde ilaçlar ve su duruyordu. 'Sen hastalanınca' Mert cümlesini bitiremeden Selim girdi araya 'hayır! Her nerdelerse hemen masanın üzerinde görmek istiyorum. Su ve ilaçları koymak için başka masa bulamadınız mı' dedi. Mert ise bir şey demeden odadan çıktı. 



Bir kaç dakika sonra yanında iki koruma ve oyuncakların olduğu poşetle odaya girdi. 'Yok artık! Benim oyuncaklarımı o poşete mi tıktınız? Rezalet. Cidden rezalet' diye çıkışan Selim çok sinirlenmişti. 'Tamam, özür dilerim. Bir anlık bir şeydi. Şimdi hemen düzeltiyorum' diyen Mert ilaçları ve suyu odadan çıkarttırdı ve poşetten oyuncakları tek tek alıp masaya dizmeye başladı. Ayşe elindeki yemek tepsisiyle gelip tepsiyi Selim'in yanına bıraktı. 


Oyuncak yerleştirme işlemi bitince kenara çekilen korumaları Selim durdurdu. 'Ya ama olmaz ki, o oyuncakların bir düzeni var şuan çok karmaşık' diyerek düzenletmeye başladı. 'Thor ve Loki yan yana olacak, e yok artık Demir Adam ve Profesör McGonagall'ı bir araya mı bıraktınız? Demir Adam'ı Kaptan Amerika'nın yanına bırakın sonra da onların ortasına Sauron'u yerleştirin. Şu siyah yüzü olmayan dokuz oyuncağı bir araya toplayın ve Sauron'un önündeki boşluğa dizin. Onlar Sauron'un koruyucuları nasıl olur da ayrı yerlere koyarsınız? Hiç film izlemediniz mi siz? Bu resmen Sauron'a hakaret' uzun süren düzenleme işlemi hala bitmemişti. 



Bu sırada Burak odaya girdi. 'Günaydın' dedi, hala uyumamıştı. 'Günaydın, asaya dikkat o masanın tam ortasına yatay olarak koyulmalı' dedi Selim. 'Asa büyü yapabiliyor mu bari' diye sorup gülümseyen Burak maalesef Selim'i güldürememişti. 'O asa sıradan bir asa değil, Harry Potter filminde kullanılan orijinal mürver asa' dedi Selim. Bu cevap Burak'a pek bir mesafeli gelmişti, acaba hissetti mi diye içinden söylemeden edemedi. 'Tamam neyse bırakın gerisini ben hallederim sonra' dedi Selim ama hiç keyfi yoktu. Korumaları ve Ayşe'yi odadan çıkartan Mert 'hadi bakalım yemek vakti' diyerek yemek tepsisini alarak Selim'e yaklaştı. 



'Bana uçak geliyo saçmalığını yaptırtma lütfen, güzel güzel yiyelim' dedi Mert. 'Ama ben uzay mekiği geliyo istiyorum' dedi Selim, fazlasıyla nazlı bir şekilde söylemişti bunu. Ayakta dikilen Burak onları izliyordu. 'Ow tamam sen yeter ki iste' dedi Mert. Çorbadan bir kaşık alıp 'Astronot Selim Paşazade kara deliğin gizemini çözmek üzere, Stephen Hawking halt etmiş' diyerek kaşığı Selim'in ağzına yaklaştırdı. Gülümseyen ve biraz da olsa mutlu olan Selim zorlukla yemek yiyebiliyordu. 'Sen hala uyumadın mı, nasıl dayanıyosun' diye Burak'a sordu Selim. 'Dün gece ikram ettiğin kahvenin sayesinde sanırım' diyen Burak'a uyku bastırmıştı. Gözlerinin altı şişmişti. 



Araya giren Mert bir yandan da Selim'e yemek yemesinde yardımcı oluyordu. 'Ne kahvesi' diye sordu. 'O kahve uykunu kaçırmaz' diyen Selim bir kaçık çorba alıp 'dün gece balkonda kahve içtikte' diye de Mert'in sorusunu yanıtladı. Daha sonra 'yeter bu kadar doydum' diyerek tepsiyi itti. 'Tamam ama bu kadarla yetinmem ben biliyosun, yine getircem' deyip tepsiyi alarak odadan çıktı. Burak ise yavaş adımlarla odadan çıktı ama çıkar çıkmaz adımlarını hızlandırıp Mert'e yetişti. İçi içini yiyordu. Bir şekilde aklındaki sorunun cevabını bilmeliydi. 'Mert abi, Selim'in hastalığı ne derece kötü? Yani ateşliyken bayılacak kadar mı' diye sordu. 



Bu sırada merdivenlerden iniyorlardı. 'Birkaç ayda bir bu şekilde rahatsızlık geçiriyor. Aslında sıradan üşütme belirtileri ama değil. Üşütmeyi doktorlar hemen geçirebilir ama bunda ellerinden bir şey gelmiyor. Ateşi çıkıyor evet ama onu bayıltmıyor. Ateşli şekilde gözleri kapalı halde yatarken etraftaki her şeyin farkında olabiliyor yani' cevabının ardından Burak bir an durdu. Kalbi korkunç bir hızla atmaya başlamıştı ve nefes alış verişi de hızlanmıştı. Durumu belli etmek istemediği için bir kaç saniyenin ardından Mert'e yetişti. 'Anladım, kötüymüş' diyebildi sadece. Salon girişine geldiklerinde Mert elindeki tepsiyi Zeynep'e verip Tekrar Selim'in yanına gitmek için yukarı çıkmaya başladı. Öylece kala kalan Burak ise bundan sonra ne yapacağını bilmiyordu. Kendi kuyusunu kendisi kazmıştı resmen. 

10 Eylül 2015 Perşembe

A.E.B.

Aman ha 'Allah Belanı Versin' olarak okumayın, zira bu yazımda bahsedeceğim kişi eminim başlığı direk o şekilde okuyacak :D Zor günler geçirdiğimiz bu günlerde kendimizi üzüntüye verip hiçbir şey yapmamak olmaz. Tabii ki olaylar olmamış gibi yapmak da doğru değil. Bir diğer adı bende saklı kişiden bahsedeyim. Onunla dostluğumuz çok öncelere dayanıyor. 


Eurovision sayesinde tanıdığım ve sonrasında çok sevdiğim birisi. Hiç konuşmadığımız halde gecenin bir yarısı benim yazmamla sohbetimiz ilerledi. Çok iyi hatırlıyorum standart şekilde tanışmak için yazmam sonrasında benim ona dert anlatmam ve 'işi düşmüş yazmış' pozisyonuna gelmem bir olmuştu. Şuan baktığımda kendime çok kızıyorum. Böyle bir insana bunu yapmamalıydım. Ama sanırım o anki psikolojimle yaptığım bir saçmalıktı. 


Ama şöyle düşünmek gerekirse eğer yazmasaydım belki de şuan arkadaşlığımız bu derece olmayacaktı. İlişkilerimde, ilişkiler diyorum sanki çok bir şey yaşamışım gibi, bir kaç olayda ona akıl danışmıştım. Bana verdiği her fikirde haklıydı, hepsinde doğru kararları söylemiş olsa da ben her zamanki gibi uymadım. Olsun deneyim olarak nitelendiriyorum. Az önce söylediğim gibi kendisinin de Eurovision'u sevmesi dolayısı ile o gecenin ardından her gün konuşur hale gelmiştik. 'Tik' diyorum çünkü son günlerde kendisini çok boşladığımın farkındayım. 


Her zamanki gibi Fatih yine aptallık etmeye devam ediyor. Neyse, kendisiyle gecenin bir yarısı 2012 Eurovision ikinci yarı finalini aynı anda açıp izleyerek yorumlaştığımız olmuştur. Çok zevkli günlerdi. Hatta gey olduğumu öğrenen ve anlayışlı davranan sayılı heterolardan biri diyebilirim. Çok iyi bir insan olduğuna inanıyorum. Her ne kadar kendini bana 'ketum, her konunun kötü yanından bakan biriyim' diye tanıtsa da. Aslında bu durum bazen aramızda komik olaylar olmasına sebep oluyor. Hayal gücü ve ayrıntıcı yönü benle aynı. Hatta onunla bir keresinde Eurovision yönetmeye ve tasarlamaya bile kalkmıştık. İnanılmaz eğlenceliydi. Büyük itiraf gelsin mi :D E hadi gelsin. Keşke homoseksüel olsaydı dediğim ilk heteroseksüel diyorum ve duruyorum. 


Bunu söylemem ne kadar doğru bilmiyorum ama ondan etkilenmedim değil. Kesinlikle etkilendim. Sakal ve diş fetişi olan biri olarak etkilenmem için tüm fonksiyonlar mevcut. Benim için fazlasıyla yakışıklı, sempatik ve komik bir yüzü var. Şimdi gözümün önüne getirdim de kışın çektiği bir fotoğrafta soğuktan burnu kıpkırmızı olmuştu, Hahaha ya çok tatlı ve komikti. Ona hiç belli etmesem de kabul ediyorum benim ideal erkek tipim, aslında bu yazıyı okuyacak. Blogu açarken tüm içtenliğimle yazılarımı yazmam yönünde kendime söz vermiştim. O yüzden açık yürekli olmak istiyorum. Bir şeyleri saklamanın yararı yok. Umarım okuduğunda bana kızmaz ve arkadaşlığımıza herhangi bir zarar gelmez. 


Çünkü ben hiç kötü bir şey düşünmeyerek yazıyorum bunları. Gülerek, eğlenerek ve hüzünlenerek yazıyorum. En mutlu ve en mutsuz anlarımda, hatta ve hatta deprem olduğu an ona yazıp iyi olup olmadığı kontrol ettiğimde bile yanımda olmuştur. Her yazışmamızın sonunda beni gülerek rahat bir şekilde uykuya gönderir. Gelecek yıl mayıs ayında onu Eurovision izlemeye evime davet edeceğim. Bakalım kabul edecek mi? Yakın şehirlerde olduğumuz için böyle bir şey yapıyorum tabii ki. Yoksa emrivaki yapmak istemem. İlk blog yazımı onun hakkında yazmam gerektiğini düşünüyorum şimdilerde. 


Ama o zaman yazmak isteseydim düşüncelerim bu derece açık olabilecek miydi? Blog sayesinde zamanla kazandığım bu açık sözlülük sanırım o zaman işe yaramayacaktı. Ama blogun en özel yazısı ve en özel düşünceleri bunlar diyebilirim. İmkanlı Aşk hikayemde bile bana fikirleriyle yardımcı olmuştu. Selim'i uçak kazasıyla öldürme düşüncemi kafamdan atmamı sağladı :D Onun hakkında aklımda soru işareti var mı diye soracak olursam kendime, var. Acaba kız arkadaşı var mı? (kjsksjksjskjs) Hayır tabii ki bu soru değil, yani bu sorunun da cevabını merak ediyorum da daha çok merak ettiğim şey benim hakkımda ne düşündüğü. Bu yazıdan sonra benden uzaklaşır mı dersiniz? Sanırım bu yazının bir de ikincisi gelecek gibi...

8 Eylül 2015 Salı

Sorgu

Pazar günü itibari ile korkunç bir haftaya uyandık. Nereden başlamam gerektiğini bilmiyorum. Duygularım çok açık aslında, acı çekiyorum. Manevi olarak, ruhsal olarak, düşünce olarak çok acı çekiyorum. LGBTİ dünyası açısından önemli kişileri kaybettik. Boysan Yakar, Zeliha Deniz ve Mert Serçe... Üçünü de tanımıyorum. Kendileri hakkında sadece LGBTİ dünyası açısından önemli çalışmalarda bulunduklarını biliyorum. Tanımadığım bu insanların ölümü neden beni bu kadar çok etkiledi? Haberi okuyunca resmen kalbim ağrıdı. Ben ve benim gibi insanlar için böylesine çaba harcayan birilerinin bu şekilde hayatlarını kaybetmesi, çok büyük bir haksızlık! Adeta vicdan azabı çekmem gerektiğini hissediyorum. O haberden sonra odama kapandım, canım hiçbir şey yapmak istemiyor. 'Aykırı İnsan' olarak tüm LGBTİ dünyasına baş sağlığı diliyorum. Bizler Her Yerdeyiz.


Ve tabi ki dün akşam gelen korkunç haber...

16 Şehit.

Öncelikle, gerçekten HDP'nin LGBTİ üyelerinin haklarını meclise taşıyabileceğini aklınız alıyor mu? Bahsettiğimiz parti HDP. Acaba LGBTİ'nin açılımını ya da Eşcinsel kelimesinin tabirini biliyorlar mıdır meçhul. Biraz demode bir düşünce olabilir ama oy için yapılan bir göz boyamaca olduğu fazla belli, ha diyelim ki haklarımızı meclise taşıdılar. Taşımasınlar ya, nolur! Benim haklarımı birisi meclise taşıyacaksa bu parti HDP olmasın, benim şehitlerimin kanıyla beslenen bir parti haklarımı meclise lütfen taşımasın. İstemem. Yahu 16 Şehit geldi! Peki, partiyi, hakları bir kenara bırakalım. Son günlerde inancımı sorguluyorum. Aklımda bir soru var. Bir değil tabii ki pek çok soru ama aralarında bir kaçı baskın çıkıyor. İnancı olan bir geyim. Allah kullarının ondan bir şeyler istemesinden hoşnut olur sözünü hatırlıyorum. Peki onca insan yıllardır PKK'nın helak olması için dua etmesi ne olacak? Sabır. Peki sabır ama nereye kadar? Kaç insanın ölmesi gerekecek? Sinirleniyorum. Bu haksızlıkların karşısında gerçekten sinirleniyorum. Tekrardan hepimizin başı sağolsun. Sabır.

İmkanlı Aşk - Bölüm 9

Suçluluk duymalı mı? İyileşince Selim'den özür dilemeli mi? Yoksa yaptığından pişman olup duygularını bastırarak hiçbir şey olmamış gibi mi davranmalı?Selim'in yanından kalkıp koltuğa geçen Burak kararsızlık yaşıyordu. Sorular adeta beynini kemiriyordu. Saatlerce düşündü ne yapması gerektiğine karar vermek için, güneş doğmaya başlamıştı. Hiçbir şey olmamış gibi davranmak en iyisi diye düşünüp karara vardı. 


Bu sırada Selim'in kafasını hareket ettirdiğini gördü. Gözlerini açmış etrafa bakıyordu. Burak'a bakıp 'niye uyumadın' diye sordu. 'Uyku tutmadı' diyen Burak ona bakamıyordu. Aşırı yavaş hareketlerle biraz doğrulup arkasına yaslanan Selim'in durumu hala kötüydü. Zor nefes alıyordu ve gözlerini açık tutmakta zorlanıyordu. 'Saat kaç' Selim'in sorusunun üzerine telefonundan saate bakan Burak 'altıya çeyrek var' diye cevapladı. Bunun üzerine kendini yatağın soluna doğru zar zor götüren Selim telefonu masanın üzerinden aldı ve bir arama başlattı. 'Ayşe abla banyo yapmam gerek, yardımcı olur musun lütfen... Tamam bekliyorum' cümlesinin ardından telefonu bir kenara bıraktı. 


'Ben yardım edemez miyim' dedi Burak. 'Banyonun hazırlanması gerek, nasıl yapılması gerektiğini Ayşe abla biliyor. Ama illa yardımcı olmak istiyorsan kapı ve pencereleri kapatabilirsin. Hayır yani beni bırak bu sefer sen hasta olacaksın' kısık seslerle ve kesintili olarak söylemişti bu sözleri. Ama Burak'a fırsat vermeden yine tekerlekli sandalyenin üzerinde kalan kumandayı eline aldı ve seslendi. 'Kapı ve pencereleri kapat, odayı ısıt' dedi. İstedikleri oda tarafından  yerine getiriliyordu. Bir kaç dakika sonra Ayşe odaya girdi. Üzerinde geceliği ile gelmişti. 'Banyoyu hazırlıyorum ama nasıl gideceksin? Canın acımıyor mu' diye sordu. 'Şuan çok ağrım yok giderim' dedi Selim. 


Ayşe de banyoyu hazırlamak üzere odadan çıktı. Su seslerinden uyanmış olacak ki Mert girdi odaya. 'Uyandın mı' diyerek Selim'in yanına yaklaşıp oturdu. 'Nasıl oldun iyi misin' diye sorarken yine bir eliyle alnından ateşini kontrol ediyordu. Ateşinin düştüğünü görünce rahatladı. 'Banyoya mı gireceksin' diye sordu Mert. 'Evet, kötü hissediyorum duş iyi gelir' diye cevapladı. 'Canın acıyordur şimdi nasıl gideceksin banyoya' dedi Mert ve devamını getirdi. 'Kucağımda yavaşça götüreyim mi' dedi. ' Çok ağrım yok kendim giderim' diyen Selim yavaş hareketlerle doğrulup tekerlekli sandalyeye güç bela oturdu. Oturduğunda bir kaç dakika pozisyonunu değiştirmedi çünkü bu hareketlilik onun canını acıtmıştı. 


Acının dinmesi kısa sürse de etkisi kötüydü. Yine yavaşça banyoya gitmek üzere hareket etti. Ayşe küveti hazırlayıp çıkmıştı. Banyoya geçen Selim 'işte şimdi yardımın lazım abi, beni küvete taşıyabilir misin' diye ricada bulundu. Mert ise onu kollarının altından ve bacaklarından tutarak çok yavaşça küvete taşıdı. Artık bu konuda profesyonelleşen Mert, Selim'in hiç canını acıtmadan bu işi yapabiliyordu. Kafasını küvette bulunan yastık görevindeki başlığa dayayan ve dinlenmeye çalışan Selim 'tamam abi artık çıkabilirsin' dedi. 'Saçmalama, ne çıkması! Bu halde seni yalnız bırakcam öyle mi? Ya uyuya kalıp suya gömülürsen, ya ağrından dolayı doğrulamazsan ve boğulursan? Olmaz çıkmam' diye söylendi Mert. 'Şu yükseklikteki suda mı boğulucam? Abi lütfen, bir şey olmaz çık sen' dedi Selim çünkü onun yanında rahat bir şekilde kendiyle ilgilenemezdi. 'Selim, utanmanın sırası değil, çıkmıyorum dedim. Uzatma' Son noktayı koyan Mert yeri geldiğinde Selim'e karşı çıkabilecek kadar ona yakındı. Sanki bir aile gibi. 

31 Ağustos 2015 Pazartesi

İmkanlı Aşk - Bölüm 8

Gece saat iki, gözlerini açmasıyla yüzünü buruşturması bir olmuştu. Çok üşüyordu ve cenin pozisyonundaydı. Vücudunda inanılmaz bir ağrı hissediyordu. Gözleri telefonunu aradı. Yastığının yanındaki telefonu aldı hemen. Diğer eliyle de karnını tutuyordu. Ateşi yüksekti ama kendini kontrol etmesi gerekiyordu. Üşümeden dolayı titremesi de telefonu kullanmasını zorlaştırmıştı. 


Bir arama başlatıp kulağına götürdü telefonu, ‘abi’ deyip durdu. ‘Abi yetiş’ diyebildi kısık bir sesle, konuşacak hali yoktu. Onu der demez kendinden geçti. Nefes alırken ciğerlerine binlerce iğne batırıyorlardı sanki, çok kötü durumdaydı. Bir anda odanın ışıkları açıldı. Bu onu çok rahatsız etmişti. Pencereler ve balkon kapısı da açılmıştı. İçeriye dolan soğuk hava onun daha da üşümesini sağlamıştı. Hızla açılan kapıyla beraber içeriye giren Mert hemen Selim’in yanına koştu. Öyle hızlı gelmişti ki sesten dolayı Burak da uyanmıştı. ‘Selim! Geldim, tamam geldim burdayım. Doktorlar geliyor yoldalar’ dedi. Bu sırada bir elini Selim’in alnına koyarak ateşini kontrol etti. Çok yüksek olduğunu hissedince endişelendi. 



İçeriye giren koruma ‘on dakikaya buradalar’ diyerek Mert’e talimat verip çıktı. Burak’ın kapısını açtığını duydu Mert ve ona baktı. ‘Bir şey yok, uyu sen’ dedi ona ama o sırada Selim ‘kapat şu kapıları nolur, üşüyorum. Işıkları da söndür’ dedi. Yalvarır bir ses tonu ile söylemişti. ‘Olmaz, ateşin var’ dedi Mert ve Selim’in üzerindeki örtüyü de çekti. Son bir gayretle ‘yapma’ diyen Selim’in artık gücü kalmamıştı. ‘Susar mısın lütfen yorma kendini’ dedi Mert. 


Bu sırada odaya giren ve konuşmalara tanık olan Burak ‘hasta mı olmuş’ diye sordu. Ayağa kalkıp kapıya yaklaşan Mert ‘yok hastalık değil, yani hasta da normal bir hastalık değil. Fmf atağı geçiriyor. Birkaç ayda bir oluyor böyle’ dedi ve koridorda bekleyen korumaya bağırdı. ‘Ya nerde kaldılar bu saatte trafikte olmaz, ara şunları acele etsinler zaten hastane dibimizde’ dedi. Çok gergindi. Ambulansın kırmızı ve mavi ışıkları yavaştan odaya ulaşmıştı. Sesleri de duyulduğuna göre gelmişlerdi. Dakikalar sonra tıbbi ekip odaya ulaştı. Beş kişilik ekip hemen Selim’in etrafını sarıp müdahaleye başladılar. 



Bu sırada gürültülerden dolayı evdekiler de girilmesi yasak olan kata çıkıp odaya girmişlerdi. Kalabalıklaşan oda da yine de sessizlik hakimdi. Zerrin, Defne ve Serdar bir köşede fısıldaşırken Güneş ile Burhan da Burak’ı bilgilendiriyorlardı. Burhan kısık sesle ‘hastalığın adı ailevi Akdeniz ateşi, tedavisi olmadığından arada sırada böyle ataklar geçiriyor’ dedi. Burak da bunun üzerine ‘tedavisi yoksa doktorlar şuan ne yapıyor’ diye sordu. ‘Hastalığın şiddetini azaltmak için bir ilaç var ama tam olarak geçirmiyor. Ona hem ağrı kesici hem de o ilaçtan veriyorlar. Bir de ateşini düşürüyorlar’ diye cevapladı. 



Bir süre sonra doktorlar malzemelerini toplamaya başladılar. ‘Biz gerekeni yaptık, birkaç güne bir şeyi kalmaz. Yemek istemeyecek ama zorla da olsa sıvı şeyler alsın’ deyip odadan çıktılar. Geri kalanlar da Mert’e ‘geçmiş olsun iyi geceler’ diyerek odadan ayrıldılar. Mert ve Burak ayakta odanın ortasında bekliyorlardı. Burak ‘benim uykum kaçtı uyumicam ona ben bakarım, siz isterseniz uyuyabilirsiniz’ dedi. Mert önce Selim’e baktı. İlaçlardan dolayı uyuyordu. Sonra Burak’a dönüp ‘bir şey olursa hemen bana haber ver merdivenin karşısındaki odada olucam’ dedi. Çıkarken tekrar dönüp Burak’a ‘saol’ deyip gitti. 



Kapı ve pencereler açık olduğundan üzerine bir şeyler alıp Selim’in yanına geçerek koltuğa oturan Burak elindeki telefonuyla oyalanmaya başlamıştı. Saat üç olmak üzereydi ve hiç uykusu da yoktu. Aklına instagramdan Selim’i aramak geldi. Aramaya ‘Selim Paşazade’ yazdı ve bir adet onaylanmış hesap buldu. Bu o’ydu. Çokça fotoğrafı vardı. Uzayda çektirdiği fotoğrafları görünce çok heyecanlandı. Ama dikkatini çeken şey ise yanında biriyle hiç fotoğrafı yoktu. Sevgilisi var mıydı acaba, ya da ilgilendiği birisi? 



Bunlarla zaman geçiriyorken Selim’e baktı. Çok zor nefes aldığı belliydi. Burak onun yanına geçerek yatağın kenarına yavaşça oturdu. Oyuncak masasının üzerinde artık ilaçlar, su gibi şeyler vardı. Selim’in terlediğini görünce birkaç parça peçete alıp terini silmek için biraz ona yaklaştı. Sadece boxer ile uyuyan Selim’in vücudu loş ışıkta çok pürüzsüz görünüyordu. Alnındaki ve boynundaki teri yavaşça silerken çok garip hislere kapıldı. Elindeki peçeteleri kenara bırakıp onu izlemeye başladı. Her solumasında göğsünün hareket ediyor olması hoşuna gitmişti. Sık sık dişlerini sıktığını fark etti ve bu sırada da bıyıklarını. Daha önce pek dikkat etmemişti ama ince bıyıkları onu muhteşem yapıyordu. Kalp atışları hızlandı. O duygularının farkındaydı. Selim’in hasta olmasından faydalanması doğru değildi ama o an bunu yapmak istedi. Bir eliyle yataktan destek alarak eğildi. Selim’in yüzüne yaklaştı. Yakından daha çekiciydi. ‘Başka bir zaman bunu yapmaya fırsatım olmayabilir’ sesli bir şekilde söylemişti bunu, hafif ama etkili olarak onun dudaklarıyla kendi dudaklarını birleştirdi. İki kalbe de aşk ateşi bu sayede düşmüş oldu.


Ailevi Akdeniz Ateşi hakkında daha fazla bilgi için buraya tıklayabilirsiniz. 

30 Ağustos 2015 Pazar

İmkanlı Aşk - Bölüm 7

Bir an için kızdı kendine ve kim olduğunu hatırladı. Konuşmak için konuşan birinin sözleriyle ağlayacak biri değildi o. Gözlerindeki yaşları elleriyle silip toparlandı. Ortam onu çok boğmuştu. Ağlamak onu biraz rahatlattı. Cebinden kumandasını çıkarıp mutfağa seslendi. 


‘Ayşe abla orda mısın’ diye bir yokladı. ‘Buradayım canım tamamdır anladım’ yanıtını aldı. İşte ev çalışanlarının bu yönlerini çok seviyordu. Sanki aklını okuyorlardı, ne istediğini söylemeden anlıyor gibiydiler. Yeniden tekerlekli sandalyesine geçerek balkona çıktı. Küçük bir sandalye ve masa vardı. Hava biraz soğuktu ama yine de onun daha da rahatlamasını sağlıyordu. 


Ayaklarını balkonun korkuluklarına uzatıp gökyüzünü izlemeye başladı. Bir yandan hala kendine kızmaya devam ediyordu. Resmen ‘teyze’ dediği niteliksiz birinin söylediği laflar için ağlamıştı. ‘Ders olsun sana, bir daha hiçbir gereksiz şey için ağlama’ diye de kendini şartlandırıyordu. Bu sırada Ayşe geldi. Bitter çikolataya dair ne varsa hepsiyle doldurmuş olduğu tabak ve bir de sütlü kahve. Ama elindekileri masanın üzerine bırakır bırakma gardıroba koştu. ‘Oğlum bu soğukta napıyosun üşüteceksin ya’ diyerek Selim’in üzerine ince bir örtü getirdi. ‘Oğlum’ demişti ona. Onun ‘oğlum’ demesi Selim’in çok hoşuna gidiyordu. ‘Böyle iyi gerek yok’ dese bile Ayşe çoktan onun üzerini örtmüştü bile. ‘Bir tane de mont getireyim’ diyerek tekrar gardıroba ilerledi ama bu sırada Selim ona seslendi. ‘Ya monta gerek yok ince bir şey ver yeter’ dedi. Ayşe de ona burgu desenli siyah bir hırka getirip giydirdi. ‘İyi geceler’ diyerek odadan ayrıldı. ‘Kahvem soğudu Ayşe abla ya’ diyerek sitem eden ve dikkati dağılan Selim tekrardan gökyüzünü izleme psikolojisine geri döndü. Büyük bir parça çikolata alıp yemeye başlayarak ekran olarak kullandığı gökyüzünde hayal kurmaya başladı. 


Hayalleri kendine özel kalsın, Burak’ın geldiğini fark etmemişti. Selim’i görüp duran Burak yanına gitmek istemişti ama ayakları onu götürmedi. Kendi odasına geçip yeniden durdu. Ama içi rahat değildi. Aşağıda olanlardan sonra ona bir şey söylemek istiyordu. Sadece iyi geceler demek bile onu rahatlatacaktı. Sabah onun kendisine yaptığı hoş konuşmadan sonra bunu bir borç gibi görüyordu. Kendi balkonuna çıkmaya karar verdi. Belki görür de konuşmak ister diye düşündü. Balkonlar birbirine yakın olduğu için Selim onu hemen gördü. Başını sağa çevirip baktı ve tekrar eski pozisyonuna döndü. 


Burak’ın ona birkaç kez dönüp bakmasını fark etti ama karşılık vermedi. Kısa bir sessizliğin ardından ‘geleceksin umarım’ diyen Selim hala ona bakmıyordu. ‘Efendim?’ anlamamazlıktan gelen Burak davet bekliyordu sanki. Eliyle sandalyeyi işaret eden Selim ‘üzerine bir şeyler giy de burada bekle bari üşüteceksin sonra ilerde çocuğun olmaz’ dedi. ‘O söz kadınlar için geçerli değil miydi’ deyip gülümsedi Burak. ‘Ben Selim Paşazade’yim, ben söyledim dolayısı ile artık erkekler içinde geçerli’ cevabı karşılığında sesli gülerek içeriye geçen Burak hızlıca üzerini değişip Selim’in yanına gitti. 


Sandalyeye oturdu. Az önce birçok şey söylemek isteyen Burak’ın şimdi dili tutulmuştu sanki. Her zaman olduğu gibi lafa yine Selim girdi. ‘Ne gece ama’ diye. Salonda olan tatsız konuya girmek istemeyen Burak ‘soğuk bir gece’ yanıtını verdi. Bunun üzerine hala sıcaklığını koruyan kahveyi Burak’a yaklaştırıp bırakan ve ‘iç şundan biraz için ısınır’ dedi Selim. Kahveyi eline aldı Burak ama şimdiden ısınmıştı bile. 


Bu sıcak tavırlar rahatlamasını sağlamıştı. ‘Eğitim hayatın ne durumda’ diye sordu Selim. ‘Lise bitti, ama üniversite konusunda kararsızım. Babam oku diyor ama ben iş hayatına girmek istiyorum’ Burak’tan bu cevabı alan Selim şaşırarak Burak’a baktı ve ‘Lise mi bitti, aaa doğru buradaki eğitim standart. Unutmuşum pardon’ dedi. Pek bir şey anlamayan Burak ‘anlamadım nasıl yani’ diye sorunca ‘ben eğitim hayatımı bitirdim. Sen bana lise bitti deyince garipsedim kusura bakma alışık değilim, unutuyorum buradaki eğitim sistemini’ diye cevapladı Selim. Meraklanmıştı Burak ‘sen bitirdin mi’ diye sordu. ‘Lise ve üniversite eğitimini beraber aldım’ diyen Selim onu daha da meraklandırmıştı. ‘Aa nerde okudun ve hangi bölüm’ diye soruverdi. ‘NASA’da uzay mühendisliği okudum’ resmen şok olan Burak ‘oha’ tepkisini verdi. 


‘Çok paranın faydaları, maalesef’ diye şokunu atlatmasına yardımcı olan Selim artık gülümsüyordu. ‘Uzaya hiç gittin mi’ dedi Burak ama verdiği cevabın ‘evet’ olmasını çok istiyordu. ‘Bir kere gittim, aslında istesem astronot da olurdum da’ deyip durakladı. ‘Yok canım ben almiyim saol’ diye devam etti Selim. ‘Neden öyle diyosun ki astronotluk çok güzeldir. Muhteşem bir meslek bence’ Bu cümleyi gökyüzüne bakarak söyleyen Burak’ın Selim’e karşı olan hayranlığı biraz daha artmıştı. ‘Bunca zenginliğin içinde uzaya gidip kendi sidiğimden yapılmış suyu içmeye niyetim yok kusura bakma’ Geceye damgayı vuran cevap Selim’den gelmişti. Kahkahalara boğulan ikili gayet iyi vakit geçiriyordu. 



‘Yarın akşam işin var mı’ diye soran Selim’in güzel bir fikri vardı. ‘Yoo, her zamanki gibi işte’ cevabı üzerine ‘Yarın büyük gün, akşam Eurovision birinci yarı final var. Eğer istersen beraber izleyebiliriz’ deyip onu davet etti. Bu davete sevinen ve gülümseyerek ‘olur tabii ki, pek bilgim yok ama izlemek isterim’ cevabını verdi Burak. ‘Ben seni bilgilendiririm, yarın akşam dokuz buçukta merdivenlerin yanındaki odada ol. O oda Eurovision izlemek için özel tasarlandı’ dedi Selim ve odaların gizemini yavaş yavaş ortaya çıkarmaya başladı. ‘Eurovision için özel oda, wauw çok havalı’ diyen Burak’ın merakı da zamanla azalıyordu. Bacaklarını indirip doğrulan Selim ‘uyku vakti, sen istersen kal ama benim yarın işlerim var. Jon Ola ile görüşmem gerekiyor sabah’ deyip içeri doğru giderken duraksayıp Burak’a döndü. ‘Jon Ola yani Eurovision’un Yönetmeni’ dedi ve yatağına geçti. Burak da ayağa kalkıp ‘iyi geceler’ diyerek odasına gitmeye başladı. Cevap vermeyen Selim üzerindekileri çıkarmaya başlamıştı bile. Selim’in pantolonunu çıkarttığını gören Burak adımlarını hızlandırıp odasına geçerek kapısını kapattı.

27 Ağustos 2015 Perşembe

İmkanlı Aşk - Bölüm 6

Yatakta bağdaş kurmuş önünde bir sürü kağıt ve dosya ile meşgul olan Selim her zamanki gibi servetinin ve şirketinin durum değerlendirmesini yapıyordu. Anlaşmalar, yapılan ortaklıklar ve onun görevlendirdiği yönetim grubunun yaptığı işleri kontrol etmeliydi. Pek alakadar olmasa bile yine de haftalık olarak ona rapor veriliyordu. Mert bu sırada odadaki tek koltukta Selim'in değerlendirmelerini ve emirlerini bekler vaziyetteydi. Sessizliği odaya giren Burak bozdu.

'İyi akşamlar' diyerek aşağı indiğini belirtti. Selim kağıtlardan kafasını kaldırıp ona bakınca 'yazı erken getirmişsin, dikkat et üşütme daha mayıstayız' deyip hafifçe gülümsedi. Burak'ın üstünde kısa bir şort ve tişört vardı. O sırada şaşkınlıkla Mert ile göz göze gelen Burak da gülerek 'tamam dikkat ederim' diyerek odadan ayrıldı.

'Nasıl yeni komşunla kaynaştınız mı bari' küçük bir gönderme yapan Mert'e bakmadan cevap veren Selim 'yaa ne demezsin, çok kaynaştık' dedi.

'Neden odayı ona verdin ki illaki bir yer bulurduk' diyen Mert aslında sorusunun cevabını biliyordu. Yine de bunu Selim'den duyması gerekiyordu. 'Ne yani Zerrin'e mi verseydim' sonra gözlerini devirdi ve 'intihar sebebi' dedi. Kıkırdayan Mert ayağa kalkarak 'tamam bırak şunları hadi yemeğe inelim' dedi. Selim de kağıtları hızlıca toplayıp 'evet bence de sıkıldım zaten hep aynı şeyler' diyerek tekerlekli sandalyesine bindi. Aşağı katta yemek hazırdı. Her zamankinden daha kalabalık bir masa vardı bu gece, Selim yerine geçti. Mert de Selim'in soluna oturarak servisin başlamasını beklerken,

'A unutmadan, Avusturya'ya gidiyor muyuz' diye sordu Mert. Selim önce bir düşündü, 'yok ya, üşendim gitmicem' dedi. O sırada Güneş girdi araya, 'sonra pişman olma da' diyerek muzipçe güldü. Tabii konudan bir haber olan Hancı ailesi boş gözlerle bakıyorlardı. Defne bunu fark edince 'Selim Eurovision hastasıdır, her yıl nerede yapılsa gidip yerinde izler-di' diyerek küçük bir açıklama yaptı. 'Hasta demeyelim de, müziği seviyorum desek daha doğru' diye düzeltme yaptı Selim. Sohbet ilerlerken Selim'in bir hayli dikkatini çarpan ise Serdar'ın yapıcı halleriydi.  Sanki hiç sinirlenemeyecek gibi duruyordu. 'Sizin hiç sinirli halinizi göremeyecek miyiz Serdar Bey, biraz kendinizden bahsedin' diyerek konuyu açtı. Bu soruya memnun olmuş olan Serdar en azından Selim'in onları istememesi gibi bir düşüncesi kafasından atabilmişti. 'Yıkıcı olmak hayatım boyunca bana hiç artı katmadı Selim Bey' dediği an araya girdi Selim. 'Selim, sadece Selim' kaçarı yoktu nasılsa illaki aileye katılacaklardı. Selim işleri kolaylaştırmak adına bunu yapmıştı, çünkü bu çekingenlikle karşı tarafın bir şey yapacağı yok gibi gözüküyordu. 'O halde 'bey'i tamamen kaldıralım siz de bana Serdar deyin' dedi. 'Serda, Ser, Serdar, Serdar, yok bu pek olmadı biz Serdar Bey de anlaşalım bence' dedi Selim. Gülümseyen ve Selim'e bakarak 'tamam, Selim' dedi. Defne şaşkın ama memnun bir şekilde onları dinliyordu. 'Bu yüzden bende yapıcı olmayı prensip edindim. Yani az sinirlenirim' diyerek cümlesini bitirdi. Yemekten sonra koltuklara geçip sohbetlerine burada devam ettiler. Selim koltuklara oturmak yerine rahat tekerlekli sandalyesinde kalmayı tercih etmişti. İlginçtir koltuklardan oturduğu zamankinden daha güvende hissediyordu kendini. 'Yeni komşunuzdan memnun musunuz' diye sordu Serdar, 'bu soruyu soran ilk kişi değilsiniz, kısacık bi tanıştık ama evet sanırım memnunum' diyerek cevapladı Selim. 'Siz tanıştınız ama sanırım bizim sizi tanımamız biraz zaman alacak' Serdar yeniden istemeden de olsa bir soru yöneltmişti. 'Merak edilecek pek bir şeyim yoktur aslında, sadece Selim Paşazade'yim işte' mütevazi bir cevap vermişti ama bu yeterli değildi. Dayanamayarak araya giren Defne'nin ağzından yersizce cümleler dökülüverdi. 'Göründüğü kadar ciddi ve sert biri değildir. Selim… Onu tanımak zordur. Küçük yaşlarından beri yanında olsam da bazen ben bile tam olarak tanımadığımı düşünüyorum.  Elimden geldiğince annesinin ve babasının eksikliğini gidermeye çalışsam da biraz asabi olarak büyüdü. Ama çok iyidir. Hoş sohbetli ve sempatiktir. Sadece kendi kurallarına uyulmamasından hoşlanmaz o kadar' dedi ve bitirdi.

Birkaç dakika önce gülümseyen Selim'in yüzü düşmüştü. Kaşları çatık, ciddi bir şekilde Defne'ye bakıyordu. Çıt çıkmayan salonda Selim elindeki çay fincanını masanın üzerine sert bir şekilde koydu. 'Size iyi geceler' deyip diğerlerinden de 'iyi geceler' karşılığını almadan hızlıca odasına doğru gitti. Yaptığı hatanın farkında olan Defne susmuştu. Keşke bütün gece susabilseydi. Selim odasına gidip yatağa geçti ama bir sorun vardı. Yatağın kenarında oturup yere bakıyordu. İçinde bir şey vardı. Bir sıkıntı, kalbindeki bir şeyin eksikliğini hissetmişti. Nefes almakta bile güçlük çekerken elleriyle yatak örtüsünü sıkıyordu. Uzun zaman sonra hatırladığı özlem duygusu… Halının üstüne düşen tek damlanın bir özelliği vardı. Gözlerinden süzülenler anne ve babası içindi. Bunlar özlem için döktüğü ilk gözyaşlarıydı.

Seçenekler

Aklıma bir başka şey takıldı. İnsanlarla tartışırken ya da biri hakkında düşüncelerinizi belirtirken neler dersiniz? Sabırlı mısınızdır? Ben sabırlıyım, olmasam bile söyleyeceğim kelimeler bellidir. ‘Eşcinsel çevreler için konuşuyorum’ pek çok insan engel isimlerini kullanarak dalga geçmeyi seviyor. ‘Zeka özürlü, spastik, down sendromlu…’ gibi. Ya cidden mi? Harbiden de bu kelimeleri kullananlar var. Gördüğüm zaman üzülüyorum. Bundan zevk mi alıyorsunuz? Bu ne düşüncesizlik ya, kalitesizlik! Sözcük dağarcığın mı küçük yoksa terbiyen mi eksik? Herkes engelli adayıdır. Birkaç dakika sonra başımıza ne geleceği belli mi? Bu cümleler herkese bilindik gelebilir. Ama hatırlamakta ve bilmekte fayda var. Bir insan zeka özürlü olmayı kendisi seçemez, keza spastiklik de böyle. Down sendromlu insanlara diyecek söz yok. Dünyanın en mükemmel insanlarıdır, kötülük nedir bilmezler, Down sendromlu bir kuzenim olduğundan biliyorum. Çok tatlı ve şeker. Cana yakın, sürekli insanlara yardım etmek isteyen. Daha ne olsun ki? Ki en duyarlı ve en düşünceli çevre olarak gördüğüm eşcinsel çevrelerin bu şekilde davranışlarda bulunmaları beni çok üzüyor. Yazık. Bunları yazma gereğinde bulundum. Başka bir yazıda görüşmek üzere...

22 Ağustos 2015 Cumartesi

İmkanlı Aşk - Bölüm 5

Burak harikalar diyarında...

Adım atmasıyla beraber farklı bir dünyaya girmiş gibiydi. Mavi tonlarındaki örtülerle bezeli yatak göze en çok çarpan ikinci detaydı. Birincisi oyuncaklar, çok komik ve bir o kadar da eğlenceli duruyorlardı. Beyaz renkteki duvarların üzerinde belli aralıklarla konulmuş minik sivri çıkıntılar vardı. Ama ne olduğunu anlayamadı. Sade bir avize ve onun etrafındaki spot ışıklarla kaplı tavanı ile oda çok ferahtı. Diğer ayrıntılardan ziyade Burak küçük ve dikkatli adımlarla şifoniyere doğru ilerledi. Merakı ona normalde yapmayacağı şeyler yaptırıyordu. İlk çekmeceyi açtı. Çoğu küçük metal çapa ile sarılı bileklikler ve farklı renklerde saatler. Yüzündeki hafif gülümseme hislerini ele veriyordu. Tarz sahibi birinin odasındaydı. Hipnotize olmuştu sanki geleni fark edememişti. Mert'in 'öhö' demesiyle irkildi.


'Eşyalar geliyor, arkadaşlar istediğin şekilde konumlandırır. Senin söylemen yeterli'

deyip gitti. Bu tavır ona çok dost canlısı gelmişti. Şifoniyerin sağında bir kapı vardı. Giriş kapısına çok yakındı. Kendi odasını görmek üzere içeri girdi. Küçük bir balkonu olan boş bir oda ile karşılaştı. İçini doldurmak ona kalmıştı. Bu oda da beyaz renkteydi. Burak odasıyla ilgilenirken Selim de kahvaltına devam ediyordu. Tabii bu sırada Ailenin diğer üyeleri de koltuklarda çay keyfi yapıyorlardı. Selim ortama şöyle bir baktı, iki çocuk ve üç yetişkin. Korkunç. Kahvaltıyı kısa keserek bu ortama dahil olmamak için odasına doğru ilerlemeye başladı. 

'Size iyi sohbetler, ben odama geçiyorum'

dedi. Ciddi ifadesini hiç değişmiyordu. O yukarı çıkarken korumalar da Burak'ın eşyalarını taşıyorlardı. Oyuncak masasının bir bölümünü kaplayan bilgisayarını alarak yatağına geçti. Aslında odadan odaya geçişler onu rahatsız etmişti. Yine de bugünlük idare etmesi gerekiyordu çünkü bunu kendi ayarlamıştı. Ayaklarını uzatmış kucağında bilgisayarı ile müzik dinlerken bir ara Burak'ın da eşya taşıdığını gördü. Dün gece düşündüğü ve canını sıkan iletişim konusunda rahatlamıştı. İletişim kuran ilk kişinin o olmasına gerek kalmamıştı. Bir süre sonra taşıma işleminin bittiğini fark edince rahatladı. Müzikler, sevdiği siteleri ziyaret ve kişisel hesaplarını kontrolün ardından Burak'ın odasını ziyaret etmeye karar verdi. Neler yaptı çok merak etmişti. Tabii bir de sabahki kötü karşılama ile ilgili konuşması gerekiyordu. Tekerlekli sandalyesine geçerek yan odaya doğru ilerlemeye başladı. Tam girişte durdu, önce bi odaya baktı. Üç raflı bir kitaplık, yatak, kıyafet dolabı ve çalışma masası. Kıyafetlerini dolaba yerleştiren Burak geleni fark edince gülümseyip 

'hoş geldin' dedi. 

Ama bir yandan da 'hoş geldiniz mi deseydim acaba' diye düşündü. 

'Asıl sen hoş geldin' diyen Selim ' eşyaların bu kadar mı' diye sordu.

Kıyafetleri bırakıp yatağın bir ucuna oturan Burak 'bu kadarı bana yetiyor' dedi. Selim de odaya girip ona yaklaşmıştı. Hala etrafı kontrol ediyordu. 

'Sabah, hala sabah diyorum. Öğlen pek iyi bir karşılama olmadı' dedi.

'Yo sorun değil, haklısın aslında işler hızlı oluyor' dedi. Selim de devamını getirdi. 

'Hızlı olsun fazla haber olmasın daha iyi' dedi. Sanki ona destek olmak ister gibiydi. 'Neyse seni tutmayım, sonra görüşürüz' deyip odadan ayrılmak üzere çıkacaktı ki Burak'ın 'bir şey sorabilir miyim' demesiyle durdu. 'Tabii ki sor' yapıcı konuşması ve göz teması samimiyetini ortaya döküyordu. Selim'in odasını işaret eden Burak 'duvarlardaki çıkıntılar ne' dedi. Kendi odasına bakıp sonra tekrar Burak'a dönen Selim söyleyip söylememe arasında kaldı. Ama protokol gereği söyleyemezdi. 

'Bunu bilmesen daha iyi' deyip hafifçe gülümseyerek odadan çıktı. Bu sırada 'arada uğra bu tarafa film falan izleriz' diyerek de davetini yapmış bulundu. Bu jest üzerine bir şey demeyen ama memnun kalan Burak işlerine devam etti.

20 Ağustos 2015 Perşembe

'Kadim' Kelimesini Sevmem Ama 'Kadim'

Neden sevmediğimi bende bilmiyorum, söylenmesi güzel değil. Bi 'Nikola Tesla' değil mesela. Ne bileyim işte sadece sevmiyorum. Ama birazdan yazacaklarım bakımından bir hayli anlam içeriyor. Blogda ilk kez bir 'kız'dan bahsedeceğim. Adı bana saklı, tanışmamızdan beri sanırım dört yıl geçti. Kendisi mükemmeldir. Abartmak için muhteşem yazmadım. Gerçekten öyledir. Yanlış hatırlamıyorsam lise ikide bize katılmıştı. Sınıfa ilk geldiğinde çok tedirgin görünüyordu. Sonrasında muhabbetimiz ilerledi. Çok espritüeldir. Mimikler, sözleri, tavırlar ideal bir arkadaş için her şeye sahipti.Lise üçte bana bir kitap vermişti, 'Eroin' isimli. Kitabın baş karakterini ben erkek sanmıştım. Sonrasında kız olduğunu anlayınca teneffüs esnasında yüksek sesle 'e bu kızmış ya bende erkek sanmıştım kot pantolon falan giyince' demiştim. 'Fatih sana inanamıyorum ya' deyince bi kahkaha patlattık. Herkes bize bakıyor neye gülüyorlar diye ama o durumda kimseye cevap verecek halde değildik. Şimdi hatırlayınca pek komik olmadığını anlıyor insan ama o an komikti. Aynı kişilerden nefret ederdik, aynı düşünceler, yaşantılar (yaşantılar tartışılır) vs. Blogdan ona bahsettiğimde bana herkesten çok anlayışlı davrandı. İlk başta homofobiktir belki diyerek benden uzaklaşacağını düşündüm. Şükürler olsun ki öyle olmadı. Hatta okurlarım arasında. İyi ki tanımışım dediğim nadir insanlardan. İlk kez yakın birine kendim gey olduğumu söyledim. Bu o'ydu. Bana o kadar iyi davrandı ki, aslında farklı değil her zamanki gibi davrandı. Bir dostun yapması gerektiği gibi. İyi ki hayatıma gitmişsin. Sevgilerle...

26 Temmuz 2015 Pazar

Gey Mi?, Gay Mı?

Kararsızlık. Tam bir muamma. Çok farklı insanlar olduğu gibi çok farklı da konuşma şekilleri var. Sohbet anında istenildiği gibi kelimeler kullanılabiliyor. Tabii ki insanları genel alırsak çoğu kişinin sohbetinde 'gey' ya da 'gay' yer almıyor. Bu kelimeleri kullanan insanlar azınlıkta. Bence zamanla çoğalacak. Ve bundan çok mutluyum. Ama 'lezbiyen' kelimesi öyle mi, kullanımı konusunda isteklilik yok. Yazarken ya da okurken hiçbir değişiklik yapmaya gerek yok. Direk 'lezbiyen' diyebiliyoruz. Asıl muamma 'gey' ve 'gay' kelimelerinde. Kullandığım sosyal medya ağlarında gördüğüm kadarı ile çoğu kişi 'gay' kullanmayı tercih ediyor. Türkçe 'gey' porno sitelerinde bile 'gay' kullanılıyor. (Sadece gözlem amaçlı girdim :P) Bir de başka soru var. Fark eder mi? Evet bence fark eder. Mesela yazımda ya da bir arkadaşımla yüz yüze konuşurken 'gay' dediğim zaman kendimi kötü hissediyorum. Yanlış anlamayın utanmak ya da çekinmek değil konu, bunu asla yapmam. Ama 'gey' dediğim zaman kendimi daha samimi buluyorum. Daha içten. İşte fark burada. Ben şahsen 'gey' demeyi tercih ediyorum. Aslında bu konunun başlığı 'Geyler Kadınlardan Nefret Mi Ediyor?' idi. yeri gelmişken bu konuya da değineyim. Homofobik kesimlerin ve heteroseksüellerin geneli 'sanırım' böyle bir düşünceye sahip. Geyler sadece erkeklerden hoşlanır. Kadınlardan nefret eder ve onlardan uzak durur. Evet erkeklerden hoşlanıyoruz da kadınlardan nefret etmek? Acun abinin deyişiyle 'Yok Artık!' Pek çok kız arkadaşım var ve inanın onlarla muhabbetim daha iyi. Annemden ve ablalarımdan bahsetmeme gerek bile yok. Bu Geyler kadınlardan nefret eder düşüncesi hastalıklı bir düşünce bence. Eğer kişi kadınlardan nefret ediyorsa en yakın hastaneye gidip psikolojik destek almalı. Konu hakkında iki arkadaşımla mini bir röportaj yaptım. Onların düşüncelerinden alıntı yaparak konuya katkıda bulunayım.

İsim kullanmayacağım. Kısa şekilde özetleyerek yazmak istiyorum.

A kişisine sordum;

- Sizce gey mi, gay mı?

+ Gay bence çünkü evrensel, gey hangi dil ki? Bende şey takıntısı var hani o kelime ingilizceyse düzgün kullanılacak, ama fark etmez sen gey de ben gay diyim.

- Kaç yaşında gey olduğunuzu kabul ettiniz?

+ Hmm 8 yaşında olabilir. Tabii o zaman farkında olmuyosun kavramları öğrendikçe aaa o zamandan beri gay'mışım diyosun. Ama ben gayım galiba cümlesini lisedeyken kurdum çünkü 1 erkeğe aşık oldum tam anlamıyla.

- Bildiğiniz üzere konumuz 'geyler kadınlardan nefret mi ediyor?' sizin düşünceleriniz nelerdir?

+ Ben nefret etmiyorum. Edemem çünkü ben küçükken erkeklerle arkadaş olamazken kızlar en yakın arkadaşım sırdaşım koruyucumdu. Vefa borcu bir nevi. Ayrıca kızlar daha anlayışlıdır yani benim halimden en iyi onlar anlıyor. 4 tane erkek arkadaşım var hepsi de hetero ama belki 15-20 kız arkadaşım vardır. Ama nefret ettiğim kızlar da var tabii ki herkes herkesi sevemez. Şöyle bir gerçek de var bir ortama girdiğimde eğer kızlar varsa kendimi rahat hissediyorum. Ve direk kızlarla arkadaş olurum. Bir de kızlardan homofobik olmadıkları sürece nefret etmek çok zor. Sonuçta rakip bile değiliz kulvarlarımız farklı :)

A kişisine değerli düşünceleri için çok teşekkür ederim. 

B kişisine sordum;

+ Sizce gey mi, gay mı?

- Gay ingilizce, gey de Türkçeleşmiş bir kelime olduğu için gey'i kullanmayı tercih ediyorum şu sıralar. Kullanıcı adımda da gay diye yazıyor ama geçen sene dikkat etmeden yazmıştım. Bir de gay kelimesine bilinçsizce getirilen ekler de var. Mesela gayim veya gaylik :)))

+ Evet bu durum gerçekten trajikomik.

+ Kaç yaşında gey olduğunuzu kabul ettiniz?

- Sanki hep gey kimliğimle barışıkmışım gibi geliyor bana. Şu olaydan ya da okuduğum şu şu şeylerden sonra kabul ettim diyemiyorum çünkü hatırlamıyorum. Sadece Kaan Arer'in ve O Gay Ben de ' nin blogları sayesinde eşcinselliğimi kendime sakladığım kapalı bir kutu olarak tutmamam gerektiğini öğrendim. O da bir buçuk sene kadar öncesine tekabül ediyor. 

+ Bildiğiniz üzere konumuz 'geyler kadınlardan nefret mi ediyor?' sizin düşünceleriniz nelerdir?

- Tanıdığım ve yakınlık kurduğum geylere bakacak olursak büyük çoğunluğu kadınlarla daha iyi anlaşıyor. Buna bende dahilim. Ayrıca nefret etmelerine yönelik bir sebep de göremiyorum açıkçası. Sırf seksüel anlamda bir çekim hissetmediğim için karşı cinsten nefret etmek oldukça saçma olur doğrusu. 

B kişisine değerli düşüncelerinden dolayı teşekkür ederim. 




   Sanki çok fazla nefret kelimesi kullandığım gibi hissediyorum. Ama umarım düşündüğüm gibi değildir. Ben sadece akıllardaki bir soruya cevap için böyle bir şey yaptım. Yanlış düşünceler yok olmalı ki doğrusuyla beraber insanlar daha mantıklı yaşasınlar. Geçenlerde ilginç bir soru geldi bana. Erkek gey misin, diye. Soruyu görünce kaldım öyle bir. Ne desem ne yazsam bilemedim. Evet diyebildim sadece. Trajikomikliğin dibi! Neyse umarım yararlı bir yazı olmuştur. Emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler. Başka bir yazıda görüşmek üzere. Kendinize iyi bakın canlarım...